Bugüne kadar gördüğüm kadarıyla yaşanan acı olaylar değil, olaylar karşısında çaresiz hissetmek bizi travmatize ediyor. Felaketler yaşamın bir parçası olarak hep vardır ama bunları öngörmemek, etkin mücadele edememek, aciz hissetmekle beraber çaresizlik oluşturuyor. Üzerinde denetim kurabildiğimiz acılar iyileşmeye daha elverişli. Denetim kuramadığımız zaman kendimizden vermeye yani fedakarlıklar yapmaya başlıyoruz. Hele ki bu fedakarlıklar ikili ilişkilerde yapılıyorsa bu fedakarlıkları yapmak öyle bir tehlikedir ki bir yerde yaptığınız hata onca güzelliği birden yıkar ve suçlu ilan edilirsiniz. Suçunuz varsa da ancak şudur: Fazla sahiplenmek, onun sorunlarını sizinmiş gibi yaşamak. Belki de bizlerde bu fedakarlıkları daha güçlü hissetmek ve kurtarıcı olmak istediğimiz ve güçlü bir ilişki kurup sağlıklı bir çift olabilmek için yapıyoruz.
Peki sağlıklı çift olabilmek nedir? Çift olabilmek birlikte gülebilmektir. Eğlenebildiğiniz insanlar sizin iç dünyanızla en yakın temasa geçebilenlerdir. O anlarda tüm savunmalar, dirençler yiter gider ve siz gerçekte olduğunuz varlığa en yakın yerde durursunuz. Birlikte gülebildiğiniz insanlar ayna tutar en sevilebilir, en yaratıcı yönlerinize. Unuttuğunuz, yok saydığınız, yitirdiğinizi sandığınız ama sandıkta sakladığınız en insan yönlerinize. Çocukluk naifliğinde oyun kurabildiğiniz zamanlara dönebilmenin ve üstelik bunu başka bir insanla birlikte gerçekleştirebilmenin en büyük yara onarıcı olduğunu fark edebilmek zengin bir içgörüdür. Zaten Hayat aynı zamanda bir oyun ve eğlence değil midir? Evet evet hayat kesinlikle oyun ve eğlencedir, bazen kartopu oynamaktır, bazen salıncakta sallanmaktır ve bazen de denizde yüzmektir. Kendi ihtiyaçlarına rağmen başkasını anlayabilmek ve uyum sağlayabilmek zordur ama ilişki de böyle kurulur. Her ilişki temiz bir zeminde başlar ama doğası gereği kırılmalarla zedelenir. Çünkü kimse kimsenin her şeyi ve her anı olamaz. Ne kadar bu hayal kırıklıklarını kendi içimizde onarır ve ötekini yormayız, işte o zaman olgunluk dönemine geçeriz. “Ben” olabilme gücü “biz” olabilmeyi yaratır. Biz olabilenler ne şanslıdır. En büyük ihtiyaç olan aşkı yakalamıştır. Aşk neden bir ihtiyaçtır? Aşk, bir başkasını gözde büyütürken, onunla birlikte kendimizi de daha yüce ve yüksek bir yere çıkarma ihtimalidir. Bu da içimizdeki düş gücüne ve yaratıcılığa bağlıdır. Aklın ihmal edilmesi de bundandır.Ödülü, varlığımızın en derin şekilde onaylanmasıdır.
İlişkilerde insanları kaybetmek ve karanlığa hayranlık beslemek sadece filmlerde ilgi uyandırıyor, gerçek yaşamla asla bağdaşmıyor. Bir kişiye değil de gitmeye tutku hissetmek bireyin en doğal ihtiyacı olan bağlanmaya çok ama çok ters. Mutluluk; tüketmek ve bir kağıt tabak gibi kenara atabilmekte değil; fırça darbeleriyle her gün yeni bir renk katabilmekte, bir başkasının dünyasına ilgi ve merak duyabilmekten geçmektedir. “Bu da değil,” diyerek vazgeçmek öyle kolay ki… birlikte var olabilmek büyük yetenek oysa. Üstelik öğrenilebilir ve sonradan geliştirilebilir bir marifet. Nicelik denilen onlarca yılı birlikte tamamlayabilmek küçümsenemeyecek bir insan becerisidir. Bir ilişkiye yıllarca emek harcayabilmek, kişinin yalnızca karşısındakine değil, kendine de verdiği bir değerdir. Bir insana yaşamında refakat etmek ayrıca bir erdemdir. Risk almayan ise büyüyemez, öğrenemez, güvenemez. En önemlisi kök salamaz.
Elinizden geleni yapmanız bazen yeterli olmaz çünkü çift olmak iki kişilik bir iştir. Sadece sizin yaptığınız fedakarlıklar dediğim gibi size geri döner ve suçlu siz olursunuz. Kağıt tabak gibi kenara atılırsınız. Mücadeleniz küçümsenir. Sizin yerine kimseyi koyamadığınız kişiler, sizin yerinizi anında doldurur ve bu biz olabilme cesaretini gösteremeyenler, kocaman travmaları kucağınıza bırakırlar. Artık elleride size el olmuştur…