Özlem ve özlemek, “bir kimseyi görmeyi, ona kavuşmayı istemek, onu göreceği gelmek” anlamına gelse de aslında özlemenin kişinin özüyle yani benliğiyle alakalı olduğu aşikardır.
Özlem sesini duymadıklarını, yüzünü görmediklerini, elinin erişemediklerini anımsatır kalbe. Sevdiklerini hatırlatır. Kalp hatırladıkça özler ve der ki “Keşke zamanı geri alabilsem, gidenleri geri getirebilsem.
Bir kişiye “seni özledim” dediğimizde aslında sadece yanınızda olmasını istemiş olmuyoruz; aklımızda, benliğimizde yani özümüzde olduğunu vurguluyoruz.
Özlemek sadece kişiye hasret duymak değildir, o kişiyle alakalı yaşanmış ya da yaşanması muhtemel ne varsa onlara hasret duymaktır. Yani özlem duyduğumuz kişinin; tanıdığımız, bildiğimiz ve tahmin edebildiğimiz düzeyde bize davranmasını istediğimiz şekilde davranmasını beklemektir. Sadece kişilerin değil, zaman ve mekanların da ruhumuza kattığı ince dokunuşlara duyulan hasrettir.
Özlemek bir eyleme değil, o eylemin bütün boyutlarıyla benliğimizde oluşturduğu duyguya hasret duymaktır. Yani özlemek aslında imkansızı beklemektir… Geçmişte yaşanılan kötü şeyleri unutup sadece bize düşündürdüğü iyi şeylerden yola çıkarak özlenilen şeye duyulan hasrettir. Özlemek bir şeyi iyi yönleriyle ve kötü yönleriyle kabul etmektir. Sevmektir özlemek. Sevmenin de ötesine geçmek, bütün benliğinle hissetmektir.
Özlemek de sevmeye dahildir hatta iç içedir; sevmeden özlenmez, özlenmeden sevilmez…
Bu vakitte gönüle hüzün ve özlem düşerse, dile de sabır ve dua düşer
Mevlana